Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Avrupa mobil televizyon (mobileTV) için standartını seçti: DVB-H

Uzun süredir beklenen açıklama 12 Mart'ta Budapeşte'de yapıldı. Bir haftalık gecikme ile de olsa, özellikle yayın sektöründeki, teknolojik gelişmeleri sizlerle paylaşmayı görev edinen bendeniz bloguma haberi eklemiş oluyorum. Haber ile ilgili ayrıntıları buradan ve açıklamanın kendisini buradan görebilirsiniz. Haber üzerine kısa bir iki yorum yapmadan geçemeyeceğim. Özellikle bu kararın ülkemize olası etkilerini yazmak istiyorum. Mobil televizyon hizmeti için hangi standartın seçileceği son kullanıcıları iki şekilde etkiliyordu. Birinci etkisi doğrudan, ikinci etkisi ise dolaylı. Doğrudan etkisi hangi cihazı alması gerektiğinin belli olmasıydı. DMB alıcı mı alacak? 3G ya da 4G cep telefonu mu alacak? yoksa DVB-H alıcı mı alacak? Bu soruların yanıtı netleşti. Dolaylı etkisi ise seçilecek standart ile birlikte ortaya çıkacak olan bu hizmeti kim verir? Lisans kaç para olur / lisans olur mu? sorularının yanıtlarına dayanıyor. Dana ve kuyruk arasındaki ilişki bu noktada kopuyor

Teknosohbet.tv

İnternette bir çok site var. Hepsinde birbirinden farklı bilgiler, geyikler, değişik içerikler... Bir kısmı zaman kaybı, bir kısmı eğlencelik, bir kısmı bilgi verici. Hem bilgi hem geyik isterseniz bir de ne okuyacağım bana anlatsınlar diyorsanız işte size uygun adres: http://www.teknosohbet.tv Serdar Kuzuloğlu ile Timur Sırt hem bilgi veriyorlar hem de eğlendiriyorlar. İnternet üzerinden televizyon, ipTV falan derken bu yöntemle içerik dağıtımının iyi örneklerinden...

Mangal

Bir keebapçı düşünün. Siparişinizi verdikten sonra size sormadan küçük atışmalıklar getirsin sıcacık balon lavaş ile birlikte. Siz yavaş yavaş onlarla açlığınızı bastırıken siparişiniz en leziz haliyle hazırlansın. Keyifli yemeğinizin ardından şöye demli çay olsa diye düşünürken semaverinizi getirip 2-3 dakika kadar bekleyip içebilirsiniz desin. Siz şaşkınlıkla etrafınıza bakıp çayınızı yudumlarken bir yandan da şimdi bunlar kuver müver diye hesaba eklenecektir zaten, bedava ne var ki dünyada endişesini taşıyıp gene de hesap deseniz ve gelen hesapta siparişini vermediğiniz hiç bir şey olmasa....Ne semaver, ne gelen atıştırmalıklar ne küver. İşte böyle bir yer var artık. Mangal . Hem de 24 saat açık. Nerede mi? Bestekar sokak No:78 Kavaklıdere Ankara adresinde. Orası neresi diyenler için hatırlatayım. Bestekar sokak (hani Tunalı Hilmi caddesi ile Tunus Caddesi arasında kalan yeni bir sürü barın açıldığı sokak) üzerindeki Kebap 49'u veya Şençam Köftecisi'ni bilirsiniz. Onların

5. Sanattan 5. Kola: Orhan Pamuk

Cevdet Bey ve Oğulları adlı kitabını okumuştum yıllar evel. Kara Kitap adlı romanından uyarlanan filmi, Gizli Yüz, iki kere izlemiş ve anlamamıştım. Benim Adım Kırmızı ve Kar romanlarını okumayı düşünüp bir türlü vakit ayıramadım. Sonradan açıklamaları, Nobel'i kazanması, Nobel sonrası açıklamaları ile birleşince romanlarını okumaktan vazgeçtim. Taa ki her kitabını okuduğum az sayıdaki yazarlardan Kaan Arslanoğlu'nun blogunu okuyana dek. Arslanoğlu blogunda yazdıkları inceleme kitabından bahsediyordu. Kitaba yönelik bilinçli ilgisizliğe karşın ilk baskısının tükenmekte olduğundan, okuyucuların yorumlarından bahsediyordu yazıda. Ergin Yıldızoğlu, Nihat Ateş ve Ali Mert ile birlikte hazırlamışlar kitabı. Dört yazar da Pamuk'un farklı yönlerini değerlendirmişler. Nihat Ateş yazısında romancı Pamuk'u değerlendiriken, Yıldızoğlu ve Arslanoğlu yazarın edebi kişiliği ile hayattaki duruşunu birlikte ele almışlar. Oldukça yararlı bir inceleme olduğunu düşünuğum kitap ithaki

Krzysztof Kieślowski

Kieślowski 'den izlediğim ilk film Üç Renk:Mavi 'ydi. Filmi izlediğimde üniversitede öğrenciydim. O zamanlar henüz kapanmamış olan Kavaklıdere sinemasında bir pazar günü izlemiştim. Film ve o güne ilişkin epey hatırladığım var, tek sebep film olmasa da. Neyse, başlığa dönersek dün Ankara Film Festivali kapsamında Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi'nin 3. katındaki sergi salonunda açılışı gerçekleştirilen Kieślowski sergisi ilgi çekiciydi. Açılışına katılma olanağı bulmuşken Kieślowski hakkında aklıma takılan bir kaç sorunun yanıtını öğrenmiş oldum. Yönetmenin meşhur üçlemesini neden Fransız devriminin renklerine ilişkin çektiğiydi. Öyle ya kendisi Polonyalı, Fransızca bilmeyen birisi. Sorunun birden fazla yanıtı varmış. Birinci ve öncelikli neden yönetmenin kafasındaki projeye finansmanı Fransızların sağlamış olması. Diğer nedenler ise Fransız devrimini aydınlanma devrimi olarak algılayıp üçlemeyi, mavi: özgürlük, beyaz: eşitlik ve kırmızı: sevgi konularını, yorumla

Ankara Film Festivali, pazar önerileri

Ülkemizin başkenti, gelenekselleşen festivalleri ile kültürün de başkenti olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. İstanbul gibi boğazı, İzmir gibi denizi olmasa da kültürün ve sanatın güzellikleri ile bu eksiklerini kapatıyor bir yerde. Bu yıl 19. düzenlenen Uluslararası Ankara Film Festivali kültür başkentinin önemli etkinliklerinden birisi. Pazar günü programınızı yapmadıysanız henüz ve sayfamı okuyorsanız sizlere iki önerim olacak. İkisi de aynı mekanda: Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde. Yani eskiden İş Bankası'nın Genel Müdürlük Binası'nın olduğu gökdelenin karşısında. Birinci etkinlik saat 16'da başlayacak. Kazım Koyuncu Anısına adlı anma töreni Şevval Sam, Volkan Konak ve Ümit Kıvaç'ın katılımıyla gerçekleşecek, saat 17.30'da Ümit Kıvanç'ın yönetmenliğini üstlendiği Şarkılarla Geçtim Aranızdan filminin gösterimi ile devam edecek. İkinci etkinlik gene aynı mekanda Kieslowski: İzler ve Hatıralar Sergisi Açılışı. Üç Renk adlı üçlemesi ile bi

Belgesel Oyun Sivas 93

2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta yaşanan insanlığın yüz karası olay ile ilgili bir çok kitap, şiir yazıldı. Türküler yakıldı. Genco Erkal'ın Dostlar Tiyatrosu en zorlarından birini başarmış. Bu acıyı tiyatro sahnesine taşımış. Dile kolay tam 15 yıl geçmiş 2 Temmuz 93'ten beri. Acılar hala taze, çaresizlik belki o günlerde hissedilenden daha ağır. Öyle ya 1993'te iktidar ortağı olan sol, şimdi ana muhalefete düşmüş, ki onun da ne kadar sol olduğu tartışmalı hale gelmiş. Oyun belgesel nitelikte. Video görüntüleri ile anlatıcı oyuncu olarak görev yapan sanatçıların gösterisi oldukça iyi harmanlanmış. Oyunun yazarı ve yönetmeni olan Genco Erkal'a sahnede Meral Çetinkaya, Yiğit Tuncay, Nilgün Karababa, Murat Tüzün, Çağatay Mıdıkhan ve Saliha Şirvan Akan eşlik ediyor. Müzikler Fazıl Say'a ait. Film yapımını Ajans 21'den Nurdan Arca üstlenmiş. Giysi tasarımı (ki tahmin edilebileceği üzre siyah) Özlem Kaya'ya ait. Oyun, insanın içine işliyor. Tek perde olarak planl

Salih Kalyon'suz Komedi Dükkanı

Arkadaşım ve beyefendi ile 23 bölümdür cuma akşamlarımızı renklendiren Komedi Dükkanı adlı program, kanal değişikliği ile birlikte Salih Kalyon'u kadrosundan çıkartmış. Bu akşam TRT 1'de ilk bölümünü izlediğimiz Komedi Dükkanı yeni konseptiyle ne kadar izlenir bilemiyorum. Ancak, seyirci olarak Tolga Çevik'in resmi web sayfasında farklı projeler nedeniyle Komedi Dükkanı'ndan ayrılmıştır açıklamasından fazlasını hak ettiğimizi düşünüyorum. Programın TRT'ye geçeceği belli olduktan sonra TRT'de dönmeye başlayan fragmanlarda Kalyon var, reklam panolarındaki afişlerde Kalyon var. Sonra ne olduysa, bunu şekilde öğreneceğiz diye düşünüyorum yakında (dedikodu sayfaları sağolsun), Tolga Çevik tek başına çıkıyor. Bel altı göndermeleriyle, kendini tekrara başlayan parodileriyle ve Kalyon'un yokluğuyla TRT'ye geçerken çok kan kaybetmişe benziyor Komedi Dükkanı. Bu blog gönderisini Tolga Çevik resmi sayfasındaki iletişim bölümüne de göndereceğim. Eğer yanıt gelir

Bursa izlenimlerine devam

Kısa aradan sonra Bursa 6. Kitap Fuarı izlenimlerine devam edeyim. Katılımcılar iki salona dağıtılmış. Ancak bu iki salon neye göre ayrılmış, kura ile mi belirlenmiş yerler, yoksa girişlere yakın olan yerler yüksek fiyatlı mıydı? Neyse, kısacası benim çözemediğim bir yerleşim planı vardı, tabii eğer böyle bir plan gerçekten varsa :) Anarşist yayınlar yapan Kaos ile çocuk kitapları satan bir yayınevinin birbirine yakın olması gezmeyi zorlaştırıyor. Bir daha ki fuarda standları konulara, yayın türlerine göre ayrısalar ne güzel olur. En azından çocuklara yönelik yayınlarla diğerlerini ayırabileseler o bile başarıdır. Ankara'ya gelince saydım tam 17 kitap edinmişim fuardan. Satın aldığım 16 adet, birini hediye ettiler. Nevzat Çelik'in romanından Kaos yayınlarından 3 kitaba, Deniz Kavukçuoğlu'nun öykü kitabından Kaan Arslanoğlu'nun bir romanı ve Orhan Pamuk üzerine incelemesine, Ataol Behramoğlu'nun Rus edebiyatı ile ilgili incelemesinden Pınar Selek'in Başaramadık

Komik Şeyler Yazmak, Deniz Kavukçuoğlu

Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazıları ile tanıdım Kavukçuoğlu'nu. Sonra bir gün çalıştığım kurumun kütüphanesinde görüp deyim yerindeyse bir solukta okuduğum anı kitabı Sen Vatan Haini misin Baba , bir sonraki anı kitabını okumaya sürükledi. Ala Geyik Sokağı Yoksa Bir Liman mıydı? anıların devamı nitelğindeydi. Anıların ayrıntıları şaşırtıcıydı. Bu ayrıntıların nedenini geçtiğimiz haftasonu Bursa'da öğrenmiş oldum: özlem. 22 yıl zorunlu olarak Almanya'da kalan yazar, cumartesi günkü söyleşisinde bu ayrıntıları açıklamak için ekler pastasını örnek verdi. Ne ilgisi var diye düşünüyor insan ilk duyunca. Ekler, Fransız kökenli bir pasta türü. Ülkemizde de hemen hemen her pastanede yapılır. Gelin görünki Almanya'da bilinen ve yapılan bir pasta değil. Kavukçuoğlu'nun çok sevdiği bu pastaya duyduğu özlem onu geçmişin İstanbul'undaki pastanelere, onların sahiplerine, sahiplerinin öykülerine götürüyor. Sadece ekler pastasının oluşturduğu çağrışımları ve 22 yıllık yurt

Bir nehir ki ömrüm

Kaç albüm vardır ki tüm parçalarını aynı beğeniyle dinlenilir? Kaç albüm vardır ki her dinleyişte başka bir parçasına aşık olunur? Hele ki bu albümü oluşturan bestelerin artık yapılamayacak olduğunu bilmek nasıl kahreder insanı. Doğru tahmin ettiniz Tuncay Akdoğan'ın ardından çıkartılan Bir nehir ki ömrüm adlı albümden bahsediyorum. Albüm içerisindeki bilgilerden aktarayım yaşam öyküsünü: 1959 yılında Adana'da doğan Tuncay Akdoğan, Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu'ndan mezun oldu. Üniversite yıllarında müziğe başlayan Tuncay Akdoğan, 1984 yılında Grup Yorum'un kurucuları arasında yer aldı. Grup Yorum'un yayınladığı 'Sıyrılıp Gelen', 'Haziran'da Ölmek Zor' ve 'Türkülerle' adlı üç albümünde beste ve söz yazarlığı yapmasının yanı sıra cura ve davul çaldı. 1989 yılında Grup Yorum'dan İlkay Akkaya ile birlikte ayrılan Tuncay Akdoğan, 1990 yılında İlkay Akkaya ve İsmail İlknur ile birlikte Kızılırmak'ı kurdu. 1990-1997 yılla

Sadun AREN'in ardından

Puslu Camın Arkasından adlı kitabını okuyarak tanımıştım Sadun Aren'i. Ardından İmge Kitabevi'nde düzenlediği imza gününde yüzyüze gelme ve sohbet etme şansına eriştim. Yaşına karşın dinç görünüyordu. Duvarın yıkılması ile birlikte bir çokları, saptıkları yolun yanlışlığını görüp doğru yola yönelirken, savunduklarında hata olmadığını uygulamada yapılan hatalardan ders alındığı sürece işleyebilir sosyalizmin hayal olmadığını yazmaya devam ediyordu Hoca. Anı kitabında bir bölüm çok hoşuma gitmişti. Kitap yanımda olmadığından aklımda kalanları aktarayım: 'Sosyalizm öldü diyorlar. Ölüye kurşun sıkılır mı. Öldüyse gerçekten sabah-akşam durmadan öldü demenin anlamı var mı?'

Bursa Kitap Fuarı ardından

24 saatin 12'sini yolda geçirip epey yorulsam bile değdi Bursa'ya gittiğime. Aktarmam gerektiğini düşündüğüm gözlemlerimi unutmadan kayda geçireyim diye oturdum bilgisayarın başına pazar sabahı, kargalar bile kahvaltılarını yapmadan: Cuma gecesi yola çıkıp cumartesi sabah 7'ye doğru Bursa'ya ulaşınca fuarın açılış saati olan 11'e kadar oyalanacak şeyler bulmak gerekiyordu. Eski Bursa bilgimi kullanıp terminalden Heykel'e (Bursa'nın kızılayı desem doğru olur herhalde) giden otobüse bindim. Heykel, aynı zamanda Koza Han, camii ve kapalı çarşılardan oluşan bir yapıya da ev sahipliği ediyor. Aklımda Koza Han'ın avlusu, çay-simit ve gazete var. Ancak hesapta olmayan avlunun açılmamış olması. Neyse, Setbaşı'na yürüyüp üzerinde dükkanlar olan Floransa'daki köprüye benzer yapıyı görüp fotografladıktan ve uzun bir yürüyüş yaptıktan sonra hala açılmayan Koza Han'ın karşısındaki saraya oturdum. Saray eskilerden kalma değil. Simit sarayı. Ben simit-çay k

ipTV sonuç yerine

Teknolojinin gelişmesi tüm sektörleri olduğu gibi yayıncılık sektörünü de değiştiriyor ve dönüştürüyor. Bu gün izlemekte olduğumuz saate bağımlı doğrusal televizyon yayıncılığı yerini farklı deneyimlere bırakacak gibi görünüyor. İstenilen içeriğin istenilen saatte izlenmesi, kaydedilmesi, televizyonda gördüğünüz bir ürünün sipariş edilmesi, canlı yayında programın içeriğine etki/katkı, uzaktan eğitimler-sınavlar, uzaktan sağlık hizmetleri gibi hayal gücünüz ile sınırlı yenilikler çok uzağımızda değil artık. Televizyon karşısında günlük Avrupa ortalamasının iki katı kadar süre harcadığımız düşünülürse, bu süreyi muhtemelen daha da uzatacak yeni teknolojilerine nasıl yaklaşmalıyız kararsız kaldım. Mühendis Özgür heyecan duyarken, vatandaş Özgür korkuyor. Aptal kutusu olarak adlandırılan televizyon gittikçe akıllanıyor. Peki ya biz?

ipTV - 5 Türkiye'deki Durum

Yazının başlığının iddialı olduğun kabul etmekle birlikte kötü sayılamayacak bir araştırma sonucu oluşturduğumu baştan belirteyim. Elbette atladığım bilgiler vardın. Ancak, tüm yazılanlar referanslıdır. Bağlantı gördüğünüz yerlerde (altı çizgili yerler) tıklarsanız ilgili sayfalara ulaşabilirsiniz... TÜRKİYE'DE ipTV Televizyon karşısında geçirilen saat olarak bakıldığında oldukça ön sıralarda yer alan (günlük ortalama 5 saat) ülkemizde, ipTV birçok girişimcinin iştahını kabartmaktadır. Geniş bant ağ abonesi her ne kadar 3 milyonu geçmiş olsa bile, Türkiye’de 20 milyon civarında hane olduğu göz önüne alındığında, sektörün daha gelişme çağında olduğu söylenebilir. Televizyonun öğretici, kamuoyunu bilgilendirici özelliklerinin ne kadar kullanıldığı, ciddi olarak tartışmalıdır. Geniş kitlelere ulaşmakta en kolay yol olan televizyon yayıncılığı ve reklamcılık için yeni fırsatlar yaratacak olan ipTV, yakında hayatımıza girecek gibi görünüyor . 2007 yılı sonunda İstanbul’da düzenlenen

Ararken bulunanlar

Bu günlerde iş yaşamım ile ilgili bir takım belirsizlikler nedeniyle bol vaktim oluyor. Bloga bu kadar fazla gönderi eklememden anlaşılıyordur sanırım. Eski fotografları gözden geçiriyorum. Çeşitli işlemlerden geçiriyorum. Picasa adlı bir program indirdim. Google hizmetlerinden birisi daha. Daha önceleri Yahoo'cu idim. Geocities'de sayfam, briefcase'de dosyalarım YahooGroups'ta listelerim falan filan. Şimdi google'cı oldum. Blogger'da sayfam, GoogleGroups'ta listelerim, Picasa'da web albümüm Maps.google'da aradığım adresler vs vs. Google'ı etkin kullanmak için keşfettiğim bir yöntemi sizlerle paylaşıp bu gönderinin asıl yazılış amacına geleceğim :) Bildiğiniz üzre google.com.tr adresini yazdığınızda sade bir tasarım gelir karşınıza. Arayacağınız metni girdiğiniz kutucuğun sağ tarafında Gelişmiş Arama yazar. Bu bağlantıya (link) tıkladığınızda karşınıza yeni bir dünya açılır. Benim sıklıkla kullandığım bir arama yöntemi, özellikle gezi notları iç

Frankfurt'tan görüntüler

Fotograflara bakarken kimilerini sayfa ziyaretçilerimle paylaşsam ne güzel olur diye düşündüm. Düşünmekle kalmayıp yapayım dedim :) Frankfurt'a gidenler bilir. Almanya'nın Manhattan'ı olarak bilinir. Hatta ortasından Main nehri geçer ve gökdelenlerin yoğun olduğu bölgeye Mainhattan olarak adlandırılır. İstanbul'un Mashattan'ı gibi. Bu yönüyle klasik Avrupa kentlerine benzemez. Avrupa Merkez Bankası binası Frankfurt'tadır (binanın önünde € simgesi var:) Avrupa'nın ve Almanya'nın önemli finans merkezlerindendir. Gördüğüm her Avrupa kenti gibi düzenli işleyen toplu taşıma sistemi etkileyicidir.

ipTV - 4

ipTV hizmeti, televizyon dağıtım şekillerinden birisi olup uydu ve/veya sayısal karasal yayın hizmetleri ile birlikte de sunulabilir. Bu bağlamda düşünüldüğünde üç farklı işletme modelinden söz edilebilir: Sadece ip alıcılı STB’ler: Tüm içerik (televizyon+VoD) ip üzerinden gönderilir. Bant genişliğini fazla kullanan bir modeldir. Başka yöntemlerle ücretsiz edinilebilecek, FTA (Free To Air), televizyon yayınlarını da ip üzerinden taşıyacağı için sunulacak ek hizmetlerin sayısı kısıtlı olabilir. Ip + Uydu alıcılı STB’ler: Uydu üzerinden ücretsiz alınabilecek yayınları ip hattından göndermediği için bant genişliğinden tasarruf sağlar. Bu sayede sunulabilecek hizmetlerin çeşitliliğini arttırma olanağı doğar. Ip + Sayısal Karasal alıcılı STB’ler: Özellikle sayısal karasal televizyon yayıncılığının (DTT:Digital Terresterial Television) gelişmeye başlamasıyla yaygınlaşan bir modeldir. DTT olarak alınabilecek kanallar (televizyon üstü küçük anten ile) buradan, diğer hizmetler ip üzerinden s

Recep İvedik

Recep İvedik filmini izlemeyi düşünmüyordum. Filmin komik olmadığını düşündüğünden değildi bu kararım. Sinemanın pahalılığı karşısında almak zorunda kaldığımız bir seçicilik kararıydı. Zaten yakın zamanda televizyonda yayınlanır diye düşünüyordum. Taa ki bir şahsın açıklamasını duyana kadar. Çok kötü sakın gitmeyin anlamına gelen açıklamaları okuyunca, hemen biletimi aldım :) Pişman olmayacağımı biliyordum. Olmadım da izledikten sonra. Yer yer gereksiz sahneler olsa bile (seks filmi çekenler sahnesi gibi) genelde başarılı bir film olmuş. Recep İvedik karakteri iyi çizilmiş ve iyi gözlemlenmiş bir karakter zaten. Bu karakterin her hali komik olabilir. Skeçlerin birleşmesi ile de film olabilecekken, Fatma Toptaş gibi genç ve yeni bir yüz, Tuluğ Çizgen ve Hakan Bilgin gibi iki usta oyuncunun başarılı performansıyla ortaya konulan konu devamı çekilebilecek güçlü bir yapı oluşturmuş.

Doğa canlanıyor

Bahar kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladığı bugünlerde eskilerden kalan bir fotografı sizlerle paylaşmak istedim. 2006 yılı baharında Rize'de Çay Kur'un bahçesinde çektiğim çiçek fotografı. Fotografı çekmeden az önce dinen yağmurun damlalarını yapraklar üzerinde görebilirsiniz hala. Kodak EasyShare CX7220 model 2 M piksellik makine ile çekilmişti...

Picasa ile fotograf gönderme denemesi

Yandaki fotografı 2005 yılında Frankfurt'ta çekmiştim. 14 Şubat sevgililer gününde çekildiği düşünülse bile aslında fotograf makinesinin tarihi hatalı olduğu için 13 Şubat 2005 tarihli. Avrupa kentlerinin en dikkat çekici farklılığı belki de eski binaların bakımlı ve korunmuş olması. Frankfurt, yüksek gökdelenleri ve devasa yapıları ile her ne kadar klasik Avrupa kenti özelliklerini taşımasa bile, tarihi binalara sıklıkla rastlanıyor. İkinci Dünya savaşında kentin büyük ölçüde yerle bir olduğunu hatırlayınca tarihi binaların günümüzdeki hali daha etkileyici bir hal alıyor.

ipTV - 3

Teknoloji İnternet üzerinden yapılan yayın (WebTV) ile ipTV sıklıkla birbirine karıştırılır. Oysa ikisi tamamen farklı konulardır. İnternet, herkesin kullanımına açık en geniş ip ağıdır. İnternet üzerinden yapılan yayınlarda hizmet kalitesi beklenmez. Olabildiğince iyi geçerlidir. ipTV hizmetinde ise kontrollü ve kapalı bir ip ağı söz konusudur. Hizmet kalitesi garanti edilmiştir. WebTV’den farklı olarak ipTV’de yayın almak için Set Üstü Kutusu (STB:Set Top Box) (ya da STB gibi davranan yazılım) gereklidir. WebTV düşük çözünürlüklü iken ipTV’de çözünürlük enaz normal televizyon yayınlarındaki, kimi uygulamalarında yüksek tanımlamalı (HD:High Definition) yayında olabilir, gibidir. WebTV konusunda farklı yaklaşımlar ilginç ve beklenmedik sonuçlar doğurabilir. JoostTV , dosya paylaşım portalı Kazaa gibi, izleyicinin aynı zamanda yayıncı da olduğu (peer to peer) bir ağ modelini kullanarak mevcut şartlarda yüksek kalitede video izletmeye çalışan bir girişimdir. ipTV'de üç temel bileşen

Kadınların İsveç'i Oral Çalışlar ve Gürhan Uçkan

Avrupa'nın kuzeyinde sosyal demokrasinin kalesi sayılan İsveç'te kadın haklarının durumu nedir? 1864 yılında kocaların karılarını dövme hakkı yasadan çıkartıldıktan sonra 1996 yılında meclisin %42'si ve bakanlar kurulunun %50'sini kadınların oluşturması nasıl sağlanmış? Hemen belirtmek ve altını çizmek gerekiyor: tüm kazanımlar örgütlü mücadele ile elde edilmiş. Mecliste neredeyse eşit temsil olanağına kavuşmuş olsalar bile hala yılda 2000 kadının tecavüze uğradığı, kadın sığınma evlerinin varolduğu, aynı işi yapan kadın ve erkeğin farklı ücret aldığı bir ülke aynı zamanda. Kitapta yer alan söyleşilerde önemle vurgulandığı gibi bir çok kazanımlar elde etmiş olsalar bile İsveç'li kadınların daha yapacak çok işi var. Kitap, Nisan 1997 basımı, İmge yayınlarından çıkmış. Sonuç bölümünden alıntı yaparsam belki okuma isteğinizi arttırabilirim :) İsveç'li Kadınların Mesajı İsveç'te kadınların özgürlük mücadelesinde elde ettikleri başarılar, insanlığın g

Tehlikeli Oyuncak Prof.Dr. Selim Şeker ve Anıl Korkut

Kitabın tam adı Tehlikeli Oyuncak Kamuoyuna yansıtılmayan raporlara göre çocuklar daha büyük risk altında! . Cep telefonları hayatımızın vazgeçilmez cihazları arasına girmiş durumda. Hatta kitaptaki ifadeyse “vücudumuzun bir organı haline dönüşmüş durumda”. Bu yönde kimi deneysel çalışmaların olduğunu da kitabı okuyunca öğreniyoruz. Hayatımızın bu kadar içinde olan bir cihaz, bize ciddi ve kalıcı zararlar veriyorsa? Bu zararların araştırılmasına ilişkin çalışmalar yüzlerce milyar dolarlık bir sektörü tehdit ediyorsa? Bu korkutucu sorulara bilimsel kanıtlar göstererek yanıt arıyor Prof. Dr. Selim Şeker ve Anıl Korkut. Kitaptaki bilgilere göre Selim Şeker, Yıldız Teknik Üniversitesi mezunu bir elektrik mühendisi. Yüksek lisans ve doktorasını Amerika’da George Washington Üniversitesi’nde yapmış. 1982 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde öğretim üyeliği yapıyor. Araştırma konuları elektromanyetik uyumluluk, elektromanyetik dalgaların yayılımı,

ipTV - 2

ipTV ile birlikte televizyon ya da daha genel anlamda video hizmetinin Telco şirketlerince sunulması, klasik (linear:doğrusal) televizyon izlemenin yanında; kaçırdığınız yayını belirli bir süre boyunca izleyebilme (catch-up TV), sipariş ettiğiniz filmi izleyebilme (video on demand :isteğe bağlı video), izlediğiniz programı duraklatma-kaydetme-ileri/geri sarma olanağı (personal video recorder:kişisel video kaydedici), yayınlanmakta olan programla etkileşim (interactive tv:etkileşimli tv), bilgisayar olmadan internete erişim gibi yeni seçenekler sunacak. bir sonraki yazıda ipTV'nin arkasındaki teknolojiden bahsedeceğim.

İnternet Protokolü Televizyonu (ipTV) - 1

Bir dizi halinde yayınlamayı düşündüğüm makalemi yakında çıkacak EMO Ankara Şubesi bülteninde okuyabilirsiniz. İletim teknolojisinin gelişmesi bir çok sektör gibi yayıncılık sektörünü de etkiliyor. Çevirmeli ağ ile 14.4 kbps hızındaki bağlantılar kullanıldığı dönemlerde, geniş bant ağ bağlantısı makul fiyatlara inip yaygınlaştığında bu ağ üzerinden birçok yeni servisin olanaklı hale geleceğini makalelerden okurduk. Ülkemizde geniş bant ağ bağlantısının ücreti makul seviyelere geldiği tartışılır, ancak yaygınlaşmaya başladığı bir gerçek . Geniş bant erişim ve gelişen sıkıştırma teknolojileri ile gerçekleştirilebilir hale gelen servislerden birisi internet protokolü televizyonu ya da bilinen adıyla ipTV’dir. Makalede, ipTV’nin teknolojisinin ayrıntılarına girmeden genel olarak tanıtılması amaçlandı. İlerleyen bölümlerde görüleceği üzere özellikle ülkemizdeki duruma ilişkin gözlemlere yer verildi. ipTV konusunun ayrıntılarına girmeden önce, sektörde yaşananlara gözatmakta yarar var: Ip

Bursa Kitap Fuarı

TÜYAP 'ın düzenlediği kitap fuarlarından biri daha başlıyor bu haftasonu. Bursa, yeşilliklerle bezeli parkları, tarihi çınarları ve camileri, Tophanesi, Uludağ'ı, kestane şekeri, şeftalisi gibi değerlerine TÜYAP Kitap Fuarı 'nı da eklemiş 5 yıldır. 2008'de 6.sı düzenlenecek. 1-9 Mart tarihleri arasındaki etkinlik, son günü hariç 11-20 saatleri arasında ziyaretçilerini bekliyor. 200'ün üzerinde yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımcı olacağı fuarda yaklaşık 500 yazar okurları ile buluşacak. Kitap fuarlarını sadece kitapların satıldığı, yazarların okuyucularla buluştuğu etkinlikler olarak değerlendirmemek gerekiyor. Bursa'daki fuarda konferans, söyleşi, panel, şiir dinletisi ve okuma saati gibi 85 kültür ve edebiyat etkinliği düzenlenecek. Bir hafta boyunca kentte farklı bir atmosfer olacak. Türkiye'nin başkentinde TÜYAP Kitap Fuarına olan özlemimizi bir ölçüde gidermek için Bursa'ya gitmeye değer diye düşünüyorum...

Cemil Meriç'i keşfetmek: Sosyoloji Notlar ve Konferanslar

İnsan okuyacağı kitapları nasıl seçer? Ya çevresinden duydukları etkiler onu ya çeşitli yerlerde (kitap ekleri, gazete-dergi) okuduğu tanıtım yazıları çok az bir kısmı da tesadüfen. Cemil Meriç 'i keşfim bir arkadaş toplantısı sayesinde oldu. Lisemizin mezunlarının buluşmasında Cemil Meriç'in adı geçti. Konuşmaya katılan herkesin ortak görüşü Meriç'i okumayan bir Türk Solu olmamalı şeklinde oluşunca kendini solda tanımlayan biri için bu eksikliği, geç bile olsa, gidermek kaçınılmaz olmuştu. Meriç'in adını öğrendikten sonra iki kitabını satın aldım ve ilkini Sosyoloji Notları ve Konferanslar adlı olanını okumaya başladım. Kitaptan bahsetmeden önce Meriç'in hayat öyküsünü kısaca hatırlatmakta yarar var. Ayrıntılı hayat öyküsünü buradan ve buradan okuyabilirsiniz. 1916 yılında Hatay'da doğmuş. Antakya Sultanisi'nde okumuş. Tercüme bürosunda çalışmış, ilkokul öğretmenliği ve nahiye müdürlüğü yapmış. 1940 yılında İstanbul Üniversitesi'nde (İÜ) Fransı

Türk Diplomatın Kızı alıntılar

Bir önceki yazımda söz verdiğim alıntıları yayınlıyorum. Bu arada unutmadan ekleyeyim kitap Okuyan Us Yayınlarından çıkmış. İşte altının çizilmesi gerektiğini düşündüğüm alıntılar: Toplumun cinselliklerini özgürce yaşayan kadınları neden bu kadar büyük bir tehdit olarak algıladığını kafam bir türlü almıyor. Bir kadın olarak, Londra'da bile cinselliğinizi bastırmak zorundasınız, diğer türlü insanlar size bir tür baş belası olarak bakıyorlar.....Kız arkadaşlarım genellikle erkeklerin eninde sonunda, onunnla bununla çok fazla düşüp kalkmamış kızlarla evlenmek isterler diye akıllı davranmamı tavsiye ederler. Arada sırada öylesine biriyle yatmaktan hoşlansanız bile aslında öyle değilmiş gibi davranmak zorundasınız. Ama insan böyle bir şeyi, özellikle de, ömrünü beraber geçirmeyi düşündüğü, ruh eşi olan adamdan niye saklasın ki? Yo, size güvenmesi gerek işte. Güvenini kazanmak için olmadığım biri gibi davranıp yalan söylemek zorunda kalıyorsam en başından ters giden bir şeyler yok mu? E

Türk Diplomatın Kızı, Deniz Goran

Deniz Goran takma ismiyle yazılan ve çok tartışma yarattığı söylenen Türk Diplomatın Kızı kitabını okusam mı okumasam mı diye epey düşündüm. Okumak için önce satın almış olmam gerekiyordu elbette. Bu eksikliği (kitabın satın alınmasını) eşim halletti. Öncelikle itiraf edeyim ki kitabın okumadan önce internetteki söyleşileri, haberleri okudum. Bu sebeple ön yargılı olarak başladım okumaya. İlk bölümlerde neden okuyorum ki bu kitabı diye düşündüm. Neyse ki sonuna kadar okumaya devam etmişim. Öncelikle şunu söylemem gerekiyor ki kitap hiç de beklediğim gibi kötü bir kitap değil. Yazarın İngiltere'de umut vaadeden genç yazar olarak adlandırılmış olması boşuna değil. Kitap, bu yazıyı okuyan çoğunluğun bildiği gibi, emekli bir büyükelçinin kızının İngiltere'de yaşadığı hayatın bir kesitini sunuyor. Bizim medyadaki eleştiriler, çoğunlukla yazarın yaşadığı farklı cinsellik ile ilgili. Daha açık söylersek ülkemizdeki kızların yaşamadığı bir cinsellik var kitapta. Aslında kita

Anket devam ediyor

Televizyon yayınlarını nasıl aldığınızı belirtebileceğiniz anket devam ediyor. Anketi şimdiye kadar dolduranlar Türkiye genelini bir ölçüye kadar yansıtıyor. Türkiye'de hane halkının neredeyse yarısı (rakamlar değişiyor %48-54 arası) televizyon yayınını uydu üzerinden izliyor. Kablo tvden yayın izleyenler ise, anketime yanıt verenlerin aksine, 1.132.000 abone ile %6-8 arasında (toplam hane sayısını kaç aldığınıza göre) değişiyor. Kalan %50'ye yakın kesim ise halen çatı anteni ile yayınları izliyor. Bakalım benim anketim nasıl bir sonuç verecek.

Blu-ray mi HD-DVD mi?

Teknolojiler gelişip değişirken kimi zamanlar farklı formatların mücadelelerine tanık oluruz. Geçmişte Sony'nin Betamax'ı ile JVC'nin VHS arasındaki mücadeleyi hatırlarız . VHS'nin zaferi ile sonuçlanan mücadele epey uzun yıllar sürmüştü. Günümüzde benzer bir format savaşının gene Sony'nin Blu-Ray 'i ile bu kez Toshiba'nın HD-DVD 'si arasında yaşanmakta olduğunu görüyoruz. Her iki format ile ilgili ayrıntıları, ilgili bağlantılardan öğrenebilirsiniz. Bu sabah TelecomTV sayfasında okuduğum haber , mücadeleyi Blu-Ray'in kazandığını söylüyor. Oldukça önemli bulduğum gelişmeyi, özellikle yeni nesil video oynatıcı alacaklara duyurayım dedim. Habere göre Hollywood ve Wal-Mart'ın desteği ile Blu-Ray satışlarının HD-DVD'yi ciddi olarak geçmiş. İki format arasındaki savaşın galibi birgün belli olsa bile mağlubu şimdiden belli gibi: kaybeden formatta oynatıcı alanlar...

Boğucu gündem

Yaşadığımız günlere ilişkin yazacak çok şey var. Ancak içimden hiç yazmak gelmiyor. Gündemdeki konuların bende uyandırdığı tek his çaresizlik. Neyseki, bahar geliyor. Günler uzamaya başladı. Giderek daha fazla uzayacak. Artık hava eskisi kadar erken kararmıyor. 21 Hazirana kadar uzayacak. Sonra yeniden kısalmaya başlayacak. Hayat döngülerden ibaret. Gece-gündüz, yaz-kış ve en büyük döngü: yaşam-ölüm. Hiç bir şey kalıcı değil. Bugünler de kalıcı değil. Tek tesellim bu. Motorları maviliklere süreceğimiz güzel günler umuduyla...

Televizyon yayını alma anketi

İstatistiksel veriler ülkemizde televizyon yayını alma yöntemlerinin dağılımını gösteriyor olsa bile benim sayfamın ziyaretçilerinin yayınları nasıl aldığını öğrenmiş olacağım, eğer yanda gördüğünüz anketi yanıtlarsanız. Yurt dışından sayfama erişen değerli okuyucuların sitemlerini duyar gibiyim: ipTV ve Sayısal Karasal Yayın (DVB-T) seçenekleri neden yok diye. Haklısınız onları atladım. Artık bir dahaki sefere onları da eklerim. Belki o zamana kadar ülkemizde de bu yayın seçenekleri olanaklı hale gelir. İlk oyu ben verdim: Kablo TV diyerek. Sayısal kablo tv yayıncılığının artık başlamasını dileyerek...

Manifesto'nun 160. yılında...

Bu haftasonu Ankara'da Manifesto'nun 160. yılında Marksizmin Güncelliği başlıklı bir sempozyum vardı. İki günde toplam 6 oturumda sunumlar gerçekleştirildi. Eski Derya sinemasının olduğu binada (İnşaat Mühendisleri Odası) tamamen dolu salonda gerçekleşen etkinliği internet üzerinden http://www.sendika.org sayfasından da takip etmek olanaklıydı. Gidemeyen, izleyemeler üzülmesin. Sunumları http://manifesto.sempozyum.tv/ adresinden bir süre daha izleyebilirsiniz.

Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi

Ankara Devlet Tiyatrosu'nun iki yıldır oynamakta olduğu Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi adlı oyununa gitmeyi iki kez denemiştik. Her iki seferde de oyuncuların rahatsızlıkları yüzünden başka oyunlar izlemek zorunda kalmıştık. Sonunda bu akşam izleyebildik. İki yıldır oynamasına karşın Akün Sahnesi gibi büyük sayılabilecek bir salon dolmuştu. Oyun iki perde, toplam 2 saat 35 dakika sürüyor. Alman faşizminin Polonya'yı işgali sırasında Varşova'da yaşayan bir grup tiyatro oyuncusunun başlarından geçen trajikomik bir hikaye anlatılıyor. İlk bombalama sırasında savaşın korkunçluğunu hissediyorsunuz. Melchior Lengyel'in yazdığı oyunu Jan Mendell oyunlaştırmış. Çeviren ve yöneten Yücel Erten. Sade ve işlevsel bir dekor kullanılmış. Ortada dönen platform kah sokak oluyor, kah tiyatro sahnesi. Tiyatro sahnesi olarak kullanıldığında platformun bir yarısında oyun devam ederken, diğer yarısında kulisi göstermek akıllıca bir buluş olmuş. Anlatılan hikaye savaşın ortasında geçiyor olsa bi

Ressamın Bahçıvanıyla Marul Üzerine Sohbeti, Henri Cueco

Uzun isimli, etkileyici bir kitap Ressamın Bahçıvanıyla Marul Üzerine Sohbeti. Kitabın yazarı Henri Cueco , gerçekten ressam. 1929 doğumlu. Paris'te yaşıyor. Kitap, ressam/yazar Cueco'nun demiryollarından emekli bahçıvanıyla yaptığı sohbetleri içeriyor. Yazarla kıyaslandığında eğitimsiz bahçıvanın söyledikleri kimi durumlarda yıllarını felsefeye vermişleri şaşırtacak kadar özlü olabiliyor. Hayatınıza ilişkin düşünmenize yol açacağını düşündüğüm bu kitabı okumanızı öneririm. Kitabın arka kapağında yazıldığı gibi: "Kitabı bitirdiğinizde, bahçıvanın size fısıldadığını duyacaksınız: < Yaptığınız her ne olursa olsun bahçenizin bakımını asla ihmal etmeyin > Gerçek ve mecaz anlamda.

Don Kişot hayal kırıklığı

Şubat tatilinin başlaması ile birlikte çocuklara yönelik filmler vizyona girdi. Don Kişot da bunlardan biri. Animasyon filmler genellikle komik olur. Şrek filmini severek istemiştik. Don Kişot'un da Şrek'e benzeyeceğini düşünmüştük. Ne yazık ki beklentilerimizden çok uzak bir filmle karşılaştık. Ne çocuklara göre bir film ne de büyüklere göre. Konu desen konu yok, komik desen değil. Çizgiler bile itici. Verdiğimiz paraya acıyarak ilk yarısında çıktık. Neden böyle bir film yapmışlar anlayamadık.

Ankara'da kar var

Güzel yaz fotograflarından sonra hayatın gerçeklerine dönme zamanı. Pazartesi sabahı karla uyandık. Geceden yağan kar, okulların tatil olmasının etkisiyle, trafiği olumsuz etkilememişti. Umarım akşam dönerken de sıkıntı yaşanmaz. Kar yağınca güzel manzaralar ortaya çıkıyor.

Soğuk kış günlerinde yaza özlem

Ülkenin doğusu çetin kış şartlarıyla boğuşuyor. Erzurum'daki soğuğun etkilerini içimiz üşüyerek izlerken yazdan kalma fotografların iyi gideceğini düşündüm. Geçtiğimiz yaz çektiğim iki fotografla yazı hatırlatmak istedim. Hayatın en iyi yanı bu belki de, hiç bir şey kalıcı değil. Ne kış, ne yaz, ne de biz... Merak edenler için söyleyeyim. Fotografları Datça'da çektim. 2 megapiksel Kodak fotograf makinesiyle.

Ankara Kocatepe Camii

Zaman zaman gittiğim yerlerde çektiğim fotografları ekliyorum bloguma. Bu kez farklı bir şey olsun. Gittiğim yerde değil olduğum yerde çektiğim fotograflar. Ankara'nın orta yerinde Edirne'deki Sinan eseri Selimiye'ye benzediği (taklit ettiği) ileri sürülen Kocatepe Camii fotografları. 1967 yılında inşaatına başlanan, 20 yıl sonra, 1987'de kullanıma açılan caminin altında Beğendik'in Ankara'daki ilk mağazası bulunuyor.

Çığ

Devlet Tiyatroları'nın aylık programında, oyunları tanıtıcı küçük metinler yer alır. Bu metinlere bakarak gitmeyi planladığınız oyun ile ilgili ön bilgi edinirsiniz. Övücü yazılar olduğunu bilerek okuyunca, genellikle yanıltmaz bu bilgiler. Aşağıda Çığ ile ilgili yazılan tanıtımı okuyunca; 'Bu günlerde; dünyamızda yaşanan ve adına Yeni Dünya Düzeni denilen dayatmalı tek ve gerçek doğruymuş gibi yutturmaya çalışan ve böylece de dünyamızı biraz daha kana ve ateşe boğan egemenlere karşı direnmemiz gereken bu günlerde… Çığ.' mutlaka görmem gerekiyor diye düşündüm. Yeni Dünya Düzeni , kana ateşe boğan gibi iddalı sözlerle süslenmiş etkileyici bir tanıtım yazısı. Gelin görün ki oyun tanıtım yazısıyla o kadar ilgisiz çıktı ki bir ara tanıtıcı yazıyı başka oyun için mi yazmışlar dedim kendi kendime. Karın yolları kapattığı, çığ tehlikesi yüzünden bağırmanın yasak olduğu bir yerde yaşamak zorunda kalmış, çocuk doğurmayı çığ tehlikesinin olmadığı zaman dilimine göre ayarlayan bir

Dadım Aşık

Romantik komedi olarak sınıflandırılabilecek, mısır patlağı kalıcılığında bir film. Hemşire annesinin binbir güçlükle okuttuğu kızı (Scarlett Johansson), iktisat ile birlikte antropolojide yan dal yapar. İktisat eğitimi ile girebileceği (yüksek getirili) işler yerine, antropoloji ile ilgili çalışmalar yapmayı istemektedir. Tesadüfler sonucu, dadılık yaparak hem antropoloji yüksek lisansına başvurusunda kullanacağı gözlemler yapabileceğini hem de geçimini sağlayabileceğini görür. apartmandaki yakışıklı genç ile aralarında yakınlaşma başlar ve olaylar gelişir... Zengin kentlilerin hayatlarından kesitler çarpıcı. Kendi çocukları ile ilgilenmeyi bakıcılara bırakıp sosyal etkinliklerde bulunan, çocuklara proje olarak bakan tipler iyi vurgulanmış. Filmin orijinal adı The Nanny Diaries . Türkçeye çevirince Dadı Günlükleri oluyor. Filmdeki dadının günlük tuttuğu, hatta filmin sonunda bu günlüklerin antropoloji eğitimi başvurusunda kullanıldığı düşünülünce mantıklı oluyor. Ne hikmetse Dadım Aşı

Olasılıksız, Adam Fawer

Dan Brown'un İhanet Noktası adlı romanını hatırlatıyor Olasılıksız . Brown'un kitabını hatırlatması konusuyla ilgili değil. Türü ile ilgili. Son dönemde yeni moda olan, belki benim yeni farkettiğim, bir tür: bilimsel gerçeklere bir yere kadar dayanan kurmaca-polisiye-gerilim-bilim kurgu. Artık nasıl adlandıracağınız size kalmış. Adam Fawer , sürükleyici bir roman yazmış. Merak içerisinde okuyorsunuz. Laplace Şeytanı (Devil of Laplace = Demon of Laplace) gibi bilimsel bir konu koyup etrafına sürükleyici bir hikaye yazınca Olasılıksız ortaya çıkıyor. Benim okuduğum 18. baskısıydı. Formül doğru olunca satış garanti oluyor demek ki. İhanet Noktası için yazdıklarım Olasılıksız için de geçerli. Yaz aylarında plajda okumak için birebir.